Elazığ İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Ölüm Gelenekleri

Ölüm gelenekleri kültür açısından büyük önem taşır. Zira en az değişikliğe uğrayan uygulamalara ölüm geleneklerinde rastlanmaktadır.Elazığ’da gelenekselliğini koruyan ölüm gelenekleri ölümden önce, ölüm sırasında ve ölümden sonra yapılan pratik ve uygulamalarda kültürel devamlılığın önemli unsurlarını taşır.

Köylerde ve kentlerde herkes cenazeye büyük saygı gösterir. Elazığ şehir merkezinde cenaze geçerken yardıma koşmayan, saygı duruşunda bulunmayan hiç kimseye rastlanmaz.

Köylerde ölüm olduğunda bütün köylü işini bırakarak hemen cenaze evine koşar. Aralarında iş bölümü yaparak kimi mezar kazar, kimi mezarda kullanılacak malzemeyi temin eder. Ölü suyunun kaynatılmasından ölünün yıkanmasına kadar bütün işleri cenaze sahiplerinden önce tamamlarlar. Taziye süresince taziye evine sırasıyla yemek pişirir getirirler. Ölü olduğu günde veya yas süresi içerisinde köyde hatta yakın bir köyde düğün, sünnet gibi törenler varsa ya ertelenir veya ölü evinin müsaadesi alınarak müziksiz olarak gerçekleştirilir.

İnanışa göre akşam namazından sonra cenaze gömülmez; her halükarda cenaze namazı mutlaka kılınır. Ölen kadınsa tabutunun üzerine yeşil yazma bağlanır. Tabutun üzerine bırakılan halı ve kilim camiye bağışlanır.

Defin işlemi yapıldıktan sonra topluca cenaze sahibinin evine gidilir. Hoca Yasin-i Şerif okur, taziye verilir. Ölü sahibine yakın kimseler burada kalır. Onların acılarına ortak olmaya çalışırlar.

Ölünün, devrine oturma geleneği vardır. Ölen kişinin sağlığında yapmadığı veya eksik bıraktığı ibadetler için fitre dağıtılır. Taziye süresi üç gündür. Ölümün kırkıncı günü mevlit okutulur, davetlilere yemek ve helva ikram edilir. Elli ikinci gününde hatim indirilir. Ölümden sonraki ilk dini bayram karalı bayram sayılır. Arife günleri mezarlıklar ziyaret edilir.

Kürsübaşı

Eski Harput evlerinde kış mevsiminde kullanılan adeta soba görevi yapan özel olarak düzenlenmiş kürsü etrafında ısınmak, sohbet etmek, eğlenmek amacıyla bir araya gelinmesine kürsübaşı denilir.
“Kürsübaşı” günümüzde Harput kültürünün belli bir yönünü ifade eden, çağrıştıran kelime olarak algılanır.

Kürsü, “50-60 cm yüksekliğinde en küçüğünün bir yanı 60 cm den başlamak üzere 1,5 metreye kadar genişleyen dört ayaklı ve dört köşeli tahtadan yapılmış kare bir masa şeklindedir. Bazılarının yalnız üst kısmı tahta kaplı olup alt kısmı açık, Bazılarının ise altı da üstü de kapalı, yalnız alt döşemenin ortasında 30-60 cm kutrunda dairemsi oyulmuş boş bir yer vardır ki buraya mangal konulur. Kürsülerin büyüklük ve küçüklüğüne göre hususi surette saman ve yapışkan bir çamurdan yaptırılmış olan bu mangallar, kürsü ayaklarının tam ortasına konulur, etrafında ise abdest sularının ısınması için bakır ibrikler bulunurdu.

Açık havada ve ekseriyetle yemek ocaklarında yakılan ağaç kömürü, ateşi carıtlarla (ateş küreği) bu mangallara konulur ve dayanmak için de üzerleri külle kapatılırdı. Bu ateş, soğuğun şiddetine göre 10-12 saat kadar kürsüyü ve kürsü başlarını hamam gibi ısıtır ve sıcak tutar.

Kürsülerin üzerine, iç yüzü kırmızı renk düz ve dış tarafı ise aynı yerli bezden (çiçekli bez) hususi surette yaptırılmış büyük yorganlar örtülür. Kürsünün iki tarafı sedir diğer iki tarafına da büyük minderler konularak bu seviyeye çıkarılır. Bunların üzerine tekrar yumuşak döşek veya makatlar konulur ve üzerine tertemiz örtüler çekilir. Duvarlara gelen taraflara da sırayla yastıklar dayanır. Yumuşak minderlerin üzerine oturulur ve yastıklara dayanılır.

Ayaklar bacak ve kollar bu yorgan altına sokulur, kürsü yorganı göğüslere kadar çekilir. İşte bu suretle kürsünün dört bir tarafında oturanlar vücutlarını ısıtır ve soğuktan muhafaza edilmiş olurlardı. (Sunguroğlu Cilt-4 Sh. 276)

Bazı köylerde ise dört tarafı kerpiçle çevrilmiş ve yumurta ile sıvanmış , ortası boş kürsüler yapılmıştır. Bu kürsünün ortasına içi köz dolu mangal bırakılır ve üzeri kapatılırdı. Kürsünün etrafında minderler ve kürsü yorganı bulunurdu.

Kürsünün kendisinden ziyade Kürsübaşı diye bilinen ve bu isimle anılan toplantılar, sohbetler, ziyafetler, yarışmalar, müzikli eğlenceler, halk hikayeleri anlatımları gibi kültür hayatımızda önemli yeri olan konuların işlenmesi ve günümüze kadar gelmesi önemlidir.

Kürsübaşları geleneksel kültürel unsurlarımızın günümüze ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olmuştur.

Uzun kış gecelerinde Harputluların hemen tek eğlencesi olan Kürsübaşlarında, yaş guruplarına göre toplantılar olurdu. Kürsübaşlarında önceden karar verilmesi suretiyle sırayla her gece bir evde toplanılırdı. Her mahallede akran olan ve ruhen uyuşan insanlar bir topluluk oluştururdu. Bunlara “kol” denilirdi. Bu kollar o topluluğun liderinin ismiyle anılırdı. Bu kollar içerisinde iyi yemek yapanlar mutlaka bulunurdu.

Toplanılmasına karar verilen eve tedarik edilen malzemeler önceden gönderilirdi. Evdeki kadın ve çocuklar akşam erkenden bir başka komşuya gider; evi misafirlere bırakırlardı. Yarı gecelere kadar sürecek olan eğlenceler, anlatılacak fıkralar, yapılacak şakalar hep planlanır ve gece mutlu bir şekilde tamamlanırdı. Halk oyunları şarkı ve türküler, maya ve hoyratlar; güzel yiyecekler, çeşit çeşit sohbetler Harput’un soğuk kış gecelerini ısıtır gönüller şenlenirdi. Bir daha ki toplantı ve yiyecekler de bu gecenin sonunda kararlaştırılırdı. Yemekler, meyve ve diğer yatsılıkların kimler tarafından alınacağı hususunda kura çekilirdi.

Kürsübaşları, gündüzleri bütün ev halkını etrafında toplar, geceleri de varsa eğer misafirlere tahsis edilirdi. Kürsübaşlarında efsaneler, masallar, bilmeceler söylenir; latifeler şakalar yapılır, yüzük oyunları oynanırdı. Oyun sonunda kaybedenlere cezalar verilir ağır şakalar yapılırdı.
 

Kürsübaşı geleneklerinden başka Harput’ta bütün mahallelerde “oda işletme adeti” vardı. Zengin konaklarında selamlık daireleri , orta hallilerin evlerinde ise selamlık odaları bulunurdu. Akşamla yatsı arasında buralarda toplanılırdı. Bu odaların müdavimleri hep aynı kişilerdi. Bir odanın müdaviminin diğer odaya gitmesi hoş karşılanmazdı.

“Selamlık odalarında sesleri güzel kimseler tarafından Ahmediye, Muhammediye, Kısas-ı Enbiya kitapları, Emrah, Nevres külliyatından parçalar okunurdu.” Hikayeler, masallar, savaş anıları anlatılırdı.

“İlim adamlarının selamlık odaları kalabalık olurdu. Müdavimleri de çoğu hocalar, Müderrisler veya mektep medrese görmüş kimselerdi.” Bu odalar adeta bir ilim yuvasıydı. Fuzuli, Baki, Nef’i, Nabi, Nedim, Sadi gibi şair ve ediplerin eserleri okunur, incelenir, yorumlar yapılırdı. Hatta bu toplantıda ezbere beyitler okunmakla kalınmaz “Fuzuliden bir beyit okuyacaksın ki son harfi “b” olsun” şeklinde sorulan sorulara cevaplar alınırdı.

İşte böylesine ortamlarda adeta Kürsübaşlarında ve odalarda bir “yaygın eğitim” yapılır insanlar bilgi sahibi olurlardı. Harput insanının kadirşinaslığını, bilge kişiliğini ve musikisindeki şahsına münhasırlığını buralarda aramak gerekir.